İkinci Dünya Savaşı sonunda, Japonya Hiroşima’ya atılan atom bombasından sonrasında canlı olan hemen her şey yok olmuşken bir canlı türü ayakta ve hayatta kalabilmeyi başarabildi. Bu canlı bir ağaç türü; Ginkgo biloba (Mabet Ağacı)’dır.
Ginkgo biloba’ya ‘Mabet Ağacı’ denmesinin ilk sebebi budur. Onlarca yıl umudun simgesi olmuştur. İkinci sebebi ise bilimsel bir sebeptir. Çünkü G. biloba dünyada hâlâ yaşayan en eski ağaç türlerinden biri olup ‘yaşayan bir fosil’ olarak kabul edilmektedir (fossil tree). Mabet Ağacı için bu tabiri (fossil tree) ise ilk kez Charles Darwin kullanmıştır.
Ginkgo sadece yapay felaketlere maruz kalmamış, binlerce yıl önce yakın akrabaları doğal felaketlere de maruz kalarak yok olmuştur. Onu yaşayan fosil yapan sebeplerden biri de budur. Bir umut simgesi hâline gelen bu ağaç, bu sebeple yüzyıllarca Çin ve Japonya’da kutsal ağaç sayılarak tapınaklara dikilmiştir. ‘Mabet Ağacı’ denmesinin bir diğer sebebi de budur. Bu mabetlerdeki inanışa göre ağaç eğer bakımsızlıktan ölürse mabet de ölmüş sayılır.
G. biloba’ya ‘Mabet Ağacı’ denmesinin bir diğer sebebi de bilimseldir. Bu sebep etnobotaniksel veriye dayanır. Çünkü bu ağacın yapraklarının özünün yüzyıllarca Çinli şifacılar tarafından çeşitli rahatsızlıklara kullanıldığı bilinmektedir. Günümüz araştırmaları göstermektedir ki; Alzheimer rahatsızlıklarında, hafıza güçlendirmede, baş dönmesini önlemede ve zihinsel konsantrasyon arttırmada yardımcı olarak Ginkgo özünün mutlak yararları bulunmaktadır. Ginkgo yapraklarının özü flavonoid glikozitleri içermektedir ve yukarıda saydığımız etkilerinden ötürü ginkgolidler (Ginkgo özü bazlı ürünler) eczacılıkta giderek daha yaygın şekilde kullanılmaktadır.
Tabii sadece tıpta değil, peyzajda da değerli bir türdür G. biloba. Özellikle yapraklarını döktüğü mevsimde verdiği hoş görüntü için park ve bahçelerde çokça kullanılır. Çin tapınaklarının gözdesi ‘Mabet Ağacı’nın bizde İmam-Hatip okullarının bahçelerine kadar dikilmesi oldukça ironiktir (bu husus tarafımızdan gözlemlenmiştir). Daha ilginci ise yöremizin ağaçlarını dikmeyip egzotik türleri dikmemizdir. Yöremizin ağaçlarına bir örnek: Osmanlı döneminde Müslüman evlerin bahçelerini simgeleyen ıhlamur ağacı, hem yöremizin hem de kültürümüzün bir parçası olan ağaçtır. Anavatanı dışında yetiştirmeyi moda edindiğimiz egzotik türlerin bakımında, ekolojik isteklerinde ve hatta istilacı (akasya gibi) türlerin mücadelesinde biçare kalmamız pek de ilginç değildir. Burada vurgulamak istediğimiz ağaç ayrımı, din ayrımı yahut kültür ırkçılığı değildir. Bilakis asıl husus ‘uygun ekolojiye’ egzotik de olsa ağaç dikmek ya da daha evla olanı; yöre ağaçlarının soyunun devamını sağlamaktır.
Bu yazı Muhyettin Şentürk’e aittir ve ilk olarak 31 Aralık 2017 tarihinde www.bilimoloji.com sitesinde yayımlanmıştır.
Kaynaklar:
Başaran, A. A., Güvenç A. 2008. Ginkgo Yaprağı ve Ticari Preparatları Üzerinde Morfolojik ve Anatomik Çalışmalar. Ankara Ecz. Fak. Derg. 37 (1) 11 – 27, 2008.
Birand, H. 1996. Alıç Ağacı İle Sohbetler. Tubitak Yayınları, 12. Basım, Ankara.
Chung, H.S., Harris, A., Kristinsson, J.K., Ciulla, T.A., Kagemann, C., Ritch, R. Ginkgo biloba extract increases ocular blood flow velocity. J Ocul Pharmacol Ther, 15:233-240, 1999.
Karabacak, E., Doğan, B. 2014. Türkderm Deri Hastalıkları ve Frengi Arşivi Dergisi, 48:14.
Pilevneli, M.: http://bahcevan.com/kutsal-agac-ginkgo-biloba.