Yaşadığımız çağa ‘bilgi çağı’ ismini verdiğimiz bu günlerde bilginin önemini belki de tarih boyunca ilk kez bu kadar iyi anlamış bulunmaktayız. Bilgiye kolay erişebilmek ve bilginin nicel artışı bu çağa ‘bilgi çağı’ dememize sebep olmuştur.
Bilginin kolay erişimi ve nicel artışı ilk bakışta olumlu bir durum olsa da bunun olumsuz yan etkileri de vardır: Bilgi kirliliği. Bu durum o derece ileri düzeydedir ki ‘bilgi çöplüğü’ hatta ‘sahte bilim’ bile oluşturmuştur.
İnsanlar tarihsel süreçte onlarca yıldır bilginin uzmanı olan kişilere ulaşmak için güçlükler çekmiştir. Günümüzde bilginin uzmanı olan kişilere tek tık ile ulaşabilmekteyiz. Hatta bizim isteğimizin dışında bile önümüze (ekranlarımıza) gelebilmektedirler.
Uzmanlara kolay erişim görünürde bilgiye aç herkes için avantajlı bir durum olsa da bunun maalesef dezavantajları da vardır. Bu dezavantajlardan en önemlisi uzman kişilerin düştüğü hatalardır. Gözlemlerimiz sonucu bu hatalardan bazısının (özellikle sağlık, bitkiler, beslenme, hayvan bakımı, bitki bakımı vb. konularında) aşağıdaki gibi olduğunu düşünmekteyiz:
1) Genelleme: Uzmanlar kolay erişimin sağladığı imkanları kullanırken (gazete, televizyon programları, radyo kanalları, internet ve özellikle sosyal medya) ‘genelleme’ yapma hatasına düşerler. Genelleme özellikle ‘sağlık’ konularında muhatapları hastalıklara hatta ölüme sürüklemektedir.
2) Doz: Uzmanlar genelleme ile birlikte önerdikleri ‘doz’u da genelleme hatasında bulunabilirler. Bunda ‘ortalama’ kişi (insan, hayvan ya da bitki) baz alınır fakat bu da aynı şekilde hastalık ve ölüme yol açabilir. Burada İsviçreli hekim Paracelsus’un (1493-1541) şu meşhur sözünü anmalıyız: “Her madde zehirdir. Zehir olmayan madde yoktur; zehir ile ilacı ayıran dozdur ”. Doz ise kişiye özgüdür. Kişinin biyolojisi, fizyolojisi, çevresel koşulları ve geçmişi (öyküsü) ile doğrudan bağlantılıdır.
3) Kanıtlanmamış verinin paylaşımı: Uzmanlar kanıtlanmamış bazı verileri paylaşabilmektedirler. Henüz kanıtlanmayan verinin paylaşımı ‘iyi’ niyetle olsa da neticesi ‘kötü’dür. Öyle ki kanıtlanmamış veri paylaşımının olumlu neticeleri dahi risk taşımakla birlikte çoğunlukla olumsuz neticelerle karşı karşıya kalınmasına sebep olmaktadır. Verinin kanıtlanması bilimsel test ve deneylerle mümkündür. İnsan sağlığı gibi hususlarda ise bundan da (deneyler) öteye gidilip klinik çalışmalarla sabitlenmesi gerekmektedir.
4) Öznel verinin paylaşımı: Uzmanlar bazı verileri paylaşırken kişisel tecrübelerini de dahil edebilirler, bu sayede bilimsel olmayan veriyi aktarmış olmaktadırlar. Uzmanı olunan konunun detayları aktarılırken bilimsel araştırmalarla desteklenmesi şarttır. Öyle ki ancak bilimsel çalışmaların sonuçları nesneldir. Bilgide öznel veriden ziyade bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış nesnel verinin tercih edilmesi gerekmektedir.
Yavuz (2020) yapmış olduğu bir çalışmada bilgi kirliğini (dezenformasyonu) şu şekilde üçe ayırmaktadır:
1) Yalana dayalı bilgi kirliliği
2) Salt yanıltmaya dayalı bilgi kirliliği
3) Zırvaya dayalı bilgi kirliliği
Yukarıda sıraladığımız uzmanların düştükleri hataları Yavuz (2020)’un çalışmasında yer alan bilgi kirliliği tasnifine göre değerlendirdiğimizde; ‘kanıtlanmamış verinin paylaşımı’ maddesi ‘yalana dayalı bilgi kirliği’ne sebep olmaktadır. Kasıtlı olarak verilen kirli bilgi eğer bir uzman tarafından verilirse bu durumda ya öznel veri ya da kanıtlanmamış veri paylaşımı yapılarak ‘salt yanıltmaya dayalı bilgi kirliliği’ne yol açılabilmektedir. Sonuncusu ve çoğunlukla gerçekleşeni ise yukarıda sıraladığımız dört maddeyi de (genelleme, doz, kanıtlanmamış verinin paylaşımı ve öznel verinin paylaşımı) içeren türdür: ‘zırvaya dayalı bilgi kirliliği’. Çoğunlukla bu dört maddenin her birinin (ayrı ayrı ya da birlikte) uygulanması sonucunda doğruluğu ya da yanlışlığı ‘umursanmadan’ aktarılan kirli bilgi türü olan ‘zırvaya dayalı bilgi kirliliği’ oluşmaktadır.
Yapılması gerekenler aşağıda ‘uzmanlara öneriler’ ve ‘muhataplara öneriler’ şeklinde ayrılarak kısaca verilmiştir.
Uzmanlara öneriler;
1) Genelleme yapılmamalı, -zor durumda- eğer yapılacaksa somut önerilerde bulunulmamalıdır.
2) Dozun kişiye özel olduğu (çünkü her bünye biriciktir, dolayısıyla her doz kişiye özgüdür) unutulmayarak doz vermekten mümkün mertebe kaçınılmalıdır. Eğer -zor durumda- doz verilecekse de bilimsel bir kaynağa isnat edilmelidir.
3) Kanıtlanmayan veri paylaşılmamalı, -zor durumda- eğer paylaşılacaksa da bu verinin henüz kanıtlanmadığı mutlaka belirtilmelidir.
4) Her zaman öznel veriden kaçınılmalı, bilimsel yayınların verileri paylaşılmalıdır. Eğer -zor durumda- öznel veri paylaşılacaksa da bu paylaşımın tamamen öznel veri olduğu, herhangi bilimsel yayınla ‘henüz’ desteklenmediği özellikle belirtilmelidir.
Muhataplara öneriler;
1) Bilgi çağında ‘bilgi süzgeci’ kullanmak ya da ‘doğru bilgi avcısı’ olmak gerekmektedir. Doğru bilgi bilimsel yayınlarla kanıtlanmış bilgilerdir.
2) Yalnızca bilimsel veriye güvenilmelidir (bilim insanına değil). Kütüphanelerimizde yer alan kaynaklardan ilgili konuya dair yalnız ‘bilimsel’ olanlarını ya da teknolojik araçlar kullanılacaksa da ‘bilimsel arama motorları’ kullanarak ‘bilimsel yayınlar’ı arayıp, bulup, okumalıyız.
3) Tartışmalı konularda yalnız bilimsel yayınların kanıtları dayanak alınmalıdır (bilimsel yayınlar için de -bir üstteki- madde 2’de yer alan yollar kullanılmalıdır).
4) Bilimsel yayınlarda halen çözüme kavuşmamış konularda çoğunluk (niceliksel ya da niteliksel) olan kısım tercih edilmelidir.
Son söz:
‘Her uzman farklı bir öneride bulunuyor, biz kime inanacağız?’ sözü her doğru bilgi avcısının ve her bilimseverin kullanmasına gerek duymadığı bir cümledir. Çünkü bilime güvenen (ki en güvenilir bilgi kaynağıdır) her kişi bilimsel yayınları kıstas alır, almalıdır.
Eğer bu sorunun (Her uzman farklı bir öneride bulunuyor, biz kime inanacağız?) cevaplanması gerekirse de; ‘uzmanlara değil bilime inanacağız’ şeklinde cevaplamak zorundayız.
Kaynaklar:
Şentürk, M. 2020. Zehir Aynı Zamanda Şifa Mıdır?. LabMedya, 60. sayı, pp. 36.
Yavuz, A. 2020. Bilgi Kirliliği ve Bireysel Sorumluluk: Salgın Deneyimimiz. MSGSÜ Sosyal Bilimler, 2(22), pp. 203-217.